July 2016
2004 yılında Avrupa Birliği (AB) ortalamalarının altındaki sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerin yeni AB üyesi yapılmasının ve göçmen krizinin bedelini AB ödemeye devam ediyor. Avrupa’da yükselen ve içine AB karşıtlığı, ırkçılık, göçmen karşıtlığı ve İslam fobisinden alan popülizmden Britanya payına düşeni yüksek bir bedel ödeyerek aldı: 24 Haziranda yapılan referandumdan AB’den çıkma kararı çıktı. Bunun ardından geçtiğimiz Cuma günü Başbakan istifa etti, İngiliz poundu dolar karşısında 1985’den buyana gördüğü en düşük seviyeye geriledi ve borsa seansa %8’lik düşüşle başladı. Britanya’nın iki yıl içinde tamamlanması beklenen AB çıkış sürecinin sadece Britanya için değil hem AB hem de küresel ekonomi için politik ekonomik belirsizlikleri beraberinde getirdiği düşünülebilir.
Bu ortamda bütçe açığı ve milli gelirin %7’sinin üzerinde cari açık veren Britanya’ya yönelen sermaye akımlarının ve AB ile olan ticaretin olumsuz etkileneceği açık. Ekonominin durgunluğa girmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Özellikle milli gelirin %12’sini oluşturan, 2,2 milyon kişinin istihdam edildiği ve 66 milyar pound vergi veren ve New York’tan sonra dünya finans merkezi olarak kabul edilen Londra finansal hizmetler endüstrisi, yeni dönemde 500 milyonluk AB pazarına erişimde güçlüklerle karşılaşacak.Hem bu endüstride çalışanların bir kısmı islerini kaybedecek hem de bu sektörde faaliyet gösteren ve 2008 küresel kriz sonrası toparlanma çalışan Royal Bank of Scotland gibi bankalar olumsuz etkileyecek. Londra’nın ev sahipliğini yaptığı ve işlem hacmi trilyon dolarlara ulaşan Euro cinsinden alınıp satılan türev ürünler ve hisse senetleri gibi finansal ürünlerinde artık Frankfurt’a kaydırılabileceği yönünde Avrupa Merkez Bankası’nın girişimlerde bulunacağı da beklenmeli. Benzer şekilde başta çok uluslu bankalar olmak üzere Britanya’da üretip 500 milyonluk AB pazarına satan Nissan gibi çok uluslu şirketlerin üretimlerini Londra’dan AB ülkelerine kaydırmaları da gündeme gelecektir. Londra Menkul Kıymetler Borsası ile Alman Borsası’nın birleşmesi de zora girdi. AB dışına ihracatını yoğunlaştıran şirketler ise poundun değer kaybından olumlu etkilenen küçük bir kesimi oluşturuyor.
Yüksek belirsizlik ortamında yılsonunda ekonomik durgunluğa gireceğine kesin gözüyle bakılan Britanya ekonomisinde ekonomiyi canlandırmak için İngiliz Merkez Bankası’nın Mart 2009’dan buyana zaten çok düşük seviyedeki (%0,5) faiz oranlarını daha da düşürerek ekonomiyi canlandırması güç görünüyor. Milyarlarca poundluk parasal genişlemenin gelecek yıl gündeme gelmesi sürpriz olmayacaktır.
Referandumda İskoçya, Kuzey İrlanda ve başta Londra olmak üzere çoğunluğu gençlerden oluşan yaklaşık 16 milyon seçmen AB içinde kalma yönünde oy kullandı. İskoçya AB’de kalmak uğruna daha önce iki kez reddettiği Britanya’dan ayrılmayı referandumla halka soracağının işaretlerini verdi. Bu sefer İskoç referandum sonucu Britanya’dan ayrılmak şeklinde çıkacaktır. Benzer bir eğilim İrlanda’nın birleşmesi yönünde de görülebilir. Birleşik Krallık dağılma sürecine girecek mi zaman gösterecek.
Küresel ekonominin sadece %3,5’ini oluşturan Britanya’nın ekonomik durgunluğa girmesi kuşkusuz bölgesel ve küresel bir ekonomik krizi tek başına tetiklemeye yetmez. Ancak, AB’nin önünde de kurumsal çözülmeyi içinde barından bir belirsizliğin olduğu zor bir süreç var. Örneğin, Fransa ve Hollanda’daki ırkçı siyasetçiler kendileri için açılan fırsat penceresinin ardından referandum çağrılarına başladı. Benzer referandumların diğer AB ülkelerinde de yayılması AB projesinin önündeki en önemli risk olarak ortaya çıkıyor. AB’den çıkmanın maliyetinin ne kadar yüksek olacağını göstermek için AB’nin Britanya’ya çıkış müzakerelerinde katı bir tavır sergileyeceği beklenmeli. Mevcut konjonktürde Britanya’ya Norveç gibi davranılmayacaktır. Ancak, Euro’nun gelecegi üzerindeki belirsizliğin artacağı ve politika araçları daralmış bir Avrupa Merkez Bankası’nın işinin önümüzdeki dönemde de zor olacağı beklenmeli.
Amerikan seçimlerinde başkan adayı olan Donald Trump, AB referandumunun sonuçlarını ‘Britanya’yı büyük ve bağımsız’ yapma yolunda atılmış önemli bir adım olarak yorumladı. Trump’ın başkan seçilmesi durumunda Avrupa’daki popülist siyasetçilerle örtüşen söylemini hayata geçirmesi ise ekonomik boyutlarıyla sınırlı kalmayacak küresel demokrasi, barış ve insan hakları krizini de beraberinde getirecektir.